Beyin ve Sinir Cerrahisi (Nöroşirürji) Anabilim Dalı

Beyin ve Sinir Cerrahisi (Nöroşirürji)Anabilim Dalı


Sözlük anlamına bakacak olursak Nöroşirürji kelimesi Nöron ve Şirürji'den türetilmiştir. Yabancı kökenli bir kelime zannedilmekle birlikte aslında ŞİRÜRJİ kelimesi Türkçe kaynaklıdır ve "yaraları iyi eden" anlamına gelmektedir. Nöron latince kökenli olup sinir hücresi demektir. Buradaysa genel olarak sinir sistemini anlatmak için kullanılır. Nöroşirürji kısaca sinir sistemi cerrahisidir. 

  • 1 - Beynin ya da omurilik dokusunun içinden kaynaklanan veya ona dışarıdan basarak sorun oluşturan tümörlerin,
  • 2 - Beyin dokusunu ya da omuriliği besleyen damarların anevrizma (balonlaşma), arteriovenöz malformasyon, kavernom gibi rahatsızlıklarının, karotis stenozu dediğimiz boyun damarlarındaki darlıkların,
  • 3 - Doğumla birlikte olan meningomyelosel gibi sinir sisteminin oluşumu sırasında gelişen rahatsızlıkların,
  • 3 - Hidrosefali adı verilen ve kabaca beyin boşluklarındaki sıvının miktarının artışının,
  • 5 - Bel fıtığı başta olmak üzere her türlü omurga hastalıklarının,
  • 6 - Kafa ve omurilik yaralanmalarının,
  • 7 - Beyin damarlarının tıkanıklıklarının,
  • 8 - Beyin kanamalarının cerrahi tedavisi ile ilgilenir.

Beyin Tümörleri

Genel sınıflandırma

Nöroşirurjinin önemli bir hastalık grubunu beyin tümörleri oluşturmaktadır. Genel olarak beyin tümörlerini malign (kötü huylu) ve benign (iyi huylu) olarak sınıflandırabiliriz.


I- Malign Tümörler

A- Glial Tümörler: Beynin en sık görülen tümörleridir. Beyin kanserlerinin çoğunu bunlar yapar. Kontrolsuz çoğalma özelliği olan hücreleri içerir. Hızla büyüyüp çevrelerindeki sağlıklı dokunun içine uzanır, çok nadir de olsa omuriliğe, hatta vücudun diğer organlarına da yayılabilirler. Evrelendirmesi dört grupta yapılır. Evre I ve Evre II “düşük evreli” olarak adlandırılırken, Evre III (anaplastik astrositom) ve Evre IV (glioblastoma multiforme) ise “yüksek evreli” kabul edilir. Bu gruptaki bazı diğer tümörler; ependimom, medulloblastom, oligodendrogliomdur. Sağkalım süreleri, patolojik evreleme, radyoterapi, kemoterapi alıp almama durumu ve yaş ile ilişkilidir. Düşük evreli glial tümörlerde sağkalım süresi uzundur. Yüksek evreli gliomlar için ortalama hayatta kalma şansı çok daha kısadır.

B- Metastatik beyin tümörleri: Vücudun başka yerindeki bir tümörün beyne yayılması sonucu oluşan tümörlerdir. En fazla akciğer, meme, kalın bağırsak, mide, cilt ya da prostattan kaynaklanırlar. Ancak bazen köken aldığı organ saptanamayabilir. Onkoloji kliniklerinde tanı konup, tedavi amacıyla yatırılmış hastaların %20 ila %40'ında beyin metastazları görülmektedir. Bu vakalar tüm beyin tümörlerinin %10'unu oluşturur. Olanak varsa önce lokal anestezi ile yapılabilen stereotaksik cerrahi ile biyopsi alınarak kesin tanı konması tedavi seçimini kolaylaştırır.

Kötü huylu beyin tümörlerinde tedavi seçenekleri; cerrahi girişim, biyopsi, ışın tedavisi, ilaç tedavisi ve radyo-cerrahidir. Tedaviye yanıt, tümörün köken aldığı odak, yayıldığı organ sayısı, metastatik lezyon sayısı, hastanın yaşı, ek hastalık bulunup bulunmaması gibi faktörlerle ilişkilidir. Bu nedenle sağkalım süreleri farklıdır.


II- Benign Tümörler

Bunlar genellikle kafatası içinde ama beyin dokusu dışında gelişen tümörlerdir. Meningiomalar, hipofiz adenomları, kraniofaringiomalar, dermoid ve epidermoid tümörler, hemanjioblastom, kolloid kist, subependimal dev hücreli astrositom, nörinomlar bu grubun en sık karşılaşılan lezyonlarıdır. Menengiomalar bu grubun önemli bir kısmını olusturur. Diğer organlardaki iyi huylu tümörlerin aksine, iyi huylu beyin tümörleri bazen hayatı tehdit edecek durumlara neden olabilirler. Bazıları (örneğin menengiomalar) nadir de olsa kötü huylu tümöre dönüşebilirler. Genellikle çevrelerindeki beyin dokusuna yayılım göstermedikleri için ameliyatla tam çıkarılabilme şansları yüksektir. Ancak az oranda da olsa yeniden ortaya çıkabilirler. Meningiomaların tümüyle çıkarılma durumunda bile 10 yılda %20'sinin tekrarlayabildiği, özellikle önemli bölgelere yapışık olanlarda cerrahi sonrası komplikasyonların olabileceği bilinmektedir.

Belirtiler

Beyin tümörü olan hastalar baş ağrısı, kusma, bulantı, görme bozukluğu, bilinç bozulması, havale geçirme, kol ve bacaklarda güçsüzlük, sinirlilik, iştahsızlık, işitmede azalma, unutkanlık, konuşma ve anlamada yetersizlik, yazamama, dengesizlik, el ve ayaklarda büyüme gibi yakınmalardan biri ya da bir kaçı ile başvurabilirler. Baş ağrısı (genellikle sabahları daha şiddetlidir) ve nöbet en sık görülen bulgulardır.

Tanı Yöntemleri

Klinik değerlendirme, Bilgisayarlı Beyin Tomografisi (BT) ya da Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRG) tetkikleri ile genellikle tanı konur. Tümör sınırlarının ve özelliklerinin daha iyi tanımlanması amacıyla bu tetkikler kontrast madde verilerek de tekrarlanabilir. Kesin tanı, patolojik incelemeler sonrası konur. Tanıda yardımcı bazı tetkikler arasında doğrudan kafa grafileri, EEG, tüm vücut kemik sintigrafisi, hormon incelemeleri sayılabilir.

Tedavi Yöntemleri

Genellikle cerrahi olarak tümörün çıkarılması, beyin tümörlerinin neredeyse tamamı için ilk seçenek olarak düşünülmektedir. Az bir kısmında ise komplikasyon oranının yüksek olması nedeniyle kısmi çıkarım ya da radyoterapi ve takip önerilmektedir. Özellikle yüksek evreli glial tümörlerde tanı biyopsi ile kesinleştikten sonra tümör çıkarımı yerine radyo-cerrahi ya da kemoterapi (ilaç tedavisi) uygulanabilir. Beyin sapı yerleşimli benign lezyonların bir kısmı cerrahi olarak çıkarılabilir, bir kısmında ise radyo-cerrahi (Gamma Knife, Linear Accelator=LINAC) uygulanabilir. Kısaca tümörün malignite derecesi ve yerleşim yeri, hastanın yaşı, genel durumu ve ek sistemik problemlerin varlığı, cerrahi karar vermeyi ve cerrahi olarak tümör çıkarımının sınırlarını belirler.

Özetle; günümüzde beyin tümörlerinin tedavisinde genel olarak tümörün patolojik tanısına göre cerrahi, radyoterapi (ışın tedavisi), radyo-cerrahi ve kemoterapi (ilaç tedavisi) yöntemleri ayrı ayrı ya da birleşik olarak kullanılmaktadır.


Cerrahi Sonrası Olası Komplikasyonlar

Cerrahi sonrası olabilecek komplikasyonlar tümörün cinsi, yerleşim bölgesi, hastanın yaşı ve genel durumundan bağımsız değildir. Nöbet, şiddetli baş ağrısı, bulantı, kusma, kanama, mevcut nörolojik durumun daha da kötüleşmesi, görme, konuşma ve algılamada bozulma, hidrosefali, ekstremitelerde şişlik, kızarıklık, yara yerinin geç iyileşmesi, enfeksiyon, tromboemboli, psikiyatrik sorunlar, olası ameliyat komplikasyonlarından bazılarıdır. Bu komplikasyonların çoğunluğu ameliyat sonrası tıbbi bakım ile düzelebileceği gibi bazıları (örneğin nörolojik durumun kötüleşmesi) kalıcı olabilir. Bu komplikasyonların bir veya daha fazlası aynı hastada gelişebilir. Ancak unutulmaması gereken en önemli nokta, beyinde bir tümör varlığında bu tümörün yarattığı sistemik problemler sıklıkla hayatı tehdit etmektedir.

Takip ve Öneriler

Tümör iyi huylu ise ve tamamı çıkarılmışsa genellikle birinci ve altıncı ayda hasta görülür sonrasında yılda bir kez kontrol yapılır. Kötü huylu tümörlerde ise beyin cerrahı, tıbbi onkolog (kanser ilaçları ile tedavi konusunda uzman), radyasyon onkoloğu (kanserin ışın tedavisi konusunda uzman), fizik tedavi ve rehabilitasyon bölümlerinin de takipleri göz önünde tutularak kontrol zamanlarının belirlenmesi uygun olur. Kontrolde gerekli tetkiklerin taburcu olunduğu sırada yazılması, hastanın randevularını denkleştirmesini kolaylaştırır. Hastanın takip döneminde herhangi bir sorunu (baş ağrısı, nöbet, bilinç bozukluğu, kol-bacakta güçsüzlük vb.) olması durumunda tedavi olduğu kliniğe, acil servis ya da tedavi oldukları hekime başvurması gerekir.

Bazı Tanımlar

Benign: Kanser özelliği olmayan, tipik olarak yavaş büyüyen tümör.
Biyopsi: Patolojik incelemede tümör tipini belirlemek amacıyla tümör dokusundan alınan küçük parça. Mümkünse açık cerrahi yerine stereotaksik cerrahi ile yapılması, daha az komplikasyona yol açabilir.
Burr Hole: Kafatasına açılan delik. Kemiği kaldırmak, kanama, abse boşaltmak ya da biyopsi amacıyla yapılmaktadır.
Grade: Tümörlerin derecelendirmesinde ve bazı özelliklerinin belirlenmesinde kullanılan özel bir tanımlamadır. Örneğin “grade” I, yavaş büyürken, “grade” IV tümör ise en hızlı büyüme göstermektedir.
Kemoterapi: Ağızdan ya da damar yolu ile verilen ilaçların kanser tedavisinde kullanılmasıdır.
Kraniyotomi: Kafatasından bir parça kemiğin çıkarılıp ameliyat sonunda tekrar yerine konmasıdır.
Maling: Hücreleri kontrolsüz çoğalan tümörler (kanserler) için yapılan tanımlamadır.
Survey: Hayatta kalma süresi veya sağkalım olarak ifade edilebilir.
Radyoterapi: Radyasyon ışınları ile tümörün tedavi edilmesi veya ışın tedavisi olarak ifade edilebilir.

Hipofiz Adenomları ve Hormon Bozuklukları

Vücudun işlevlerini kontrol eden iki ana sistem vardır. Bunlardan birincisi, beyin ve omurilikten kaynağını alıp bedenin her tarafına dağılan “sinir sistemi”, ikincisi ise vücutta sürekli olarak dolaşan kanın içinde seyrederek beden işlevlerini yöneten “hormonal sistem” veya “endokrin sistem”dir. Bu iki sistem birbirleri ile bağlantılı olarak çalışırlar. Hormonlar vücuttaki hücre toplulukları veya salgı bezleri tarafından salgılanan kimyasal maddelerdir. Beyinde endokrin sisteme ait iki bez vardır. Birincisi hipofiz bezi, ikincisi epifiz bezidir. Epifiz bezini ilgilendiren tümörler çok seyrek görülürken, hipofiz bezini ilgilendiren tümörler tüm beyin tümörleri arasında %5 ila %10 oranında saptanmaktadır.

Hipofiz bezi tümörleri vücuda iki şekilde zararlı etki yapmaktadır. Birinci zararlı etkisini normal boyutunu geçmesi ile çevresindeki yapıları sıkıştırarak ortaya çıkarmaktadır. Bu durumda özellikle bezin yakınındaki görme siniri etkilenip hastada görme azalması veya görme kaybı oluşmaktadır. Tümör daha fazla büyürse göz hareketlerini yaptıran sinirlerin işlev kaybı da oluşabilmektedir. Hipofiz bezi böyle büyük boyutlara ulaştığında normal hipofiz dokusu işlevini kaybedeceğinden hipofizden salgılanan çeşitli hormonlarda eksiklik de görülebilmektedir. Birinci etkiyi oluşturan tümörlere makroadenom denilmektedir. Tümör ikinci zararlı etkisini ise, hipofiz bezini aşırı büyüterek veya büyütmeden bazı hormonların aşırı miktarda salgılanması ile göstermektedir. Hipofiz bezi 1 cm’yi geçmeyecek kadar büyümüşse bu tümörlere mikroadenom denilmektedir. Hipofiz bezi; ön hipofiz ve arka hipofiz olarak iki kısımdan oluşmaktadır. Hipofiz bezi tümörleri esas olarak ön hipofize ait tümörlerdir.


Ön hipofizden salgılanan hormonlar ve işlevleri şöyledir:

Prolaktin hormonu, memeden süt salgılanmasını sağlar.
Büyüme hormonu; vücuttaki karbonhidrat, yağ ve protein metabolizmasını kontrol eder. Özellikle ergenlik döneminde vücudun dengeli biçimde büyümesini sağlar.
Adrenokortikotrofik hormon; böbreküstü bezlerinden hayati önemi olan, kortizol salgılanmasını düzenler.
Tiroid stimülan hormon, tiroid bezinden tiroid hormonlarının salgılanmasını sağlar.
Gonadotrofik hormonlar, üreme organlarının işlevlerini kontrol ederler.

Hipofiz bezinin içinde yukarıda sayılan hormonlardan birini veya ikisini salgılayan hücre gruplarının vücudun gereksiniminden fazla hormon salgılaması, o hormon veya hormonların vücuttaki işlevlerinin artışına neden olur. Bu durumda örneğin; aşırı prolaktin salgılanıyorsa hasta gebe olmadığı halde göğsünden süt gelir. Yetişkinde aşırı büyüme hormonu salgılanıyorsa vücudun aşırı büyümesi sonucu ayakkabılar ayağa dar gelmeye başlayabilir. Arka hipofizden ise vücuttan idrar çıkışını ayarlayan antidiüretik hormon ve doğumda uterus kasılmasını sağlayan oksitosin denilen hormon salgılanır. Arka hipofize ait tümörler hemen hemen hiç görülmezler.

Hipofiz tümörlerinin tedavisinde üç yaklaşım vardır: İlaç kullanımı, ameliyat ve ışın tedavisi. İlaç tedavisiyle aşırı hormon salgılanmasını kontrol etmek mümkündür. Ancak ilaç kesildiğinde çoğu hastada hormon salgılanması tekrar eski düzeyine yükselir. Örneğin aşırı prolaktin salgılayan bir tümörde hasta gebe kalmak istiyorsa, doğacak bebeğe yan etkileri olacağından ilacın kesilmesi gerekir. Hastanın ilacı tüm yaşamı boyunca kullanması gerekebilir.

Cerrahi tedavinin amaçları şunlardır: Tümörün çevre dokulara, örneğin görme sinirlerine yaptığı baskıyı kaldırmak, tümör kitlesini küçülterek ilaçla tedaviye daha iyi yanıt alınmasını sağlamak. İlaca cevap vermeyen tümörlerde de cerrahi tedavi uygulamak gerekir. Ani görme kaybına neden olan makroadenom veya tümör içine kanama gibi durumlarda hiç zaman geçirmeden ameliyat yapılmalıdır. Cerrahi tedavi başlıca iki yolla yapılır. Birincisi transsfenoidal denilen burun yolu, ikincisi ise kafatası kemiğini yukarıdan açarak hipofiz tümörünü çıkartmak şeklinde özetlenebilir.

Işın tedavisi, ilaç tedavisi ve ameliyat ile kontrol altına alınamayan veya ameliyat ile ulaşılması riskli yere uzanan hipofiz tümörlerinde tercih edilir.

Günümüzde hipofiz tümörlerinin cerrahi tedavisinde transsfenoidal yol tercih edilmektedir. Transsfenoidal cerrahiye bağlı olarak hastanın karşılaşabileceği komplikasyonların oranları aşağıda verilmiştir:

Anestezi komplikasyonları %2,8
Karotis arter yırtılması %1,1
Beyin dokusunda hasar %1,3
Tam çıkarılamayan tümör dokusunun içinde hematom %2,9
Görme kaybı %1,8
Göz hareketlerinde felç %1,4
Beyin omurilik sıvısı kaçağı %3,9
Menenjit %1,5
Burun içindeki septumun delinmesi %6,7
Burun kanaması %3,4
Sinüzit %8,5
Ön hipofiz hormon yetmezliği %19,4
İnsipit diyabet %17,8
Ölüm %0,9

Beyin Tümörlerinin Tedavisinde Radyocerrahi Teknolojisi

Gamma Knife

Beyinde gelişen anormal dokuları herhangi bir cerrahi kesi uygulanmadan ameliyat edilebilmesini sağlayan bir yöntemdir. Gamma Knife, stereotaktik radyocerrahi adı verilen bir teknik kullanarak uygulanır. Gamma Knife, koordinatları belirlenmiş hastalıklı dokunun, gamma ışınları ile yok edilmesini sağlayan bir tedavi sistemidir.

Sistem, temel olarak her biri kendi başına normal beyin dokusunu zedelemeyecek enerjiye sahip 201 adet küresel yerleşimli ve ayrı kaynaktan gelen ışınların bir noktada (hastalıklı beyin dokusunda) birleşerek çok yüksek bir enerjiyi aktarması ve bu dokuyu ortadan kaldırması prensibine dayanır. Tek seferde yüksek bir enerji uygulama imkanı sağlayarak tedavi bir seansta tamamlanır. Genellikle açık beyin cerrahisinin mümkün olmadığı ya da yüksek risk taşıdığı durumlarda tercih edilen bir yöntemdir.

DENEYİMLİ GAMMA KNIFE EKİBİMİZ; 2013-2023 YILLARI ARASINDA TOPLAM 3793 HASTAYA BAŞARILI BİR ŞEKİLDE TEDAVİ UYGULAMIŞTIR.

 

Omurga ve Omurilik Cerrahisi

 

Boyun, sırt ve bel ağrısı; hastalarda bir hekime başvurma ihtiyacı doğuran en önemli ilk 10 şikâyet arasındadır. Ağır fiziksel aktivite ve stres gibi sebepler nedeniyle tetiklenen bu şikayetler, özellikle sonbahar ve kış aylarında artış gösterir. Bu şikayetlere el, ayak, kol ve bacaklarda güçsüzlük, uyuşma ya da karıncalanma, idrar ve gayta kaçırma gibi şikayetlerin eklenmesi durumunda ciddi omurga ve/veya omurilik hastalıklarından şüphelenilir.

 

Bu semptomlar sıklıkla servikal, torakal ve lomber disk hernilerinden kaynaklanabileceği gibi omurga dejeneratif hastalıkları, omurga kırıkları, omurga ve omurilik tümörlerine kadar uzanan bir hastalık yelpazesi nedeniyle meydana gelebilir. Nöroşirürji, bu tip hastalıkların tedavilerinde başlıca rol oynar.

Başkent Üniversitesi Adana Dr. Turgut Noyan Uygulama ve Araştırma Merkezi Nöroşirürji kliniği olarak, polikliniğimizde her hafta yüzlerce omurga ve omurilik hastalığı olan hasta değerlendirilmekte ve ekibimizce dünya standartlarına uygun hizmet sağlanmaktadır. Bunun dışında acil servisimizde değerlendirilen travmatik acil omurga patolojisi olan hastaların acil ve elektif tedavisi uygulanmaktadır. Bu olguların bir kısmı konservatif (cerrahi dışı) yöntemlerle tedavi edilirken, bir kısmı da servisimize yatışı yapılarak cerrahi olarak tedavi edilmektedir. Tedavi sonrası taburcu edilen hastalarımızın ameliyat sonrası takiplerine, polikliniğimizde devam edilmektedir. Kliniğimizde sıklıkla uygulanan omurga cerrahisi tekniklerinin bazıları da şunlardır:

 

Mikrocerrahi ile Bel ve Boyun Fıtığı Tedavisi

 

Polikliniğimizde en sık muayene ettiğimiz ve ameliyatını gerçekleştirdiğimiz olgular şüphesiz ki servikal ve lomber disk hernisi olan hastalardır. Bu hastalıkların tedavisinde sıklıkla uygulanan mikrocerrahi metodu uzun yıllardır geçerliliğini ve başarısını korumaktadır. Bunun dışında tübüler ekartör kullanılarak mikrocerrahi uygulanan olguların tedavisi de başarı ile sonuçlanmakta, hasta memnuniyeti artmaktadır. Son 3 yılda kliniğimizde mikrocerrahi ile 470 lomber disk hernisi, 185 servikal disk hernisi olgusu başarıyla ameliyat edilmiş, mikrocerrahi tekniğinin doğası ve düşük komplikasyon oranları sayesinde, hastalarımız 1 ya da 2 günlük yatışlar sonrasında taburcu edilmiştir. Ameliyatın gerek olmadığı bu olguların bir kısmı da birer ağrı tedavisi tekniği olan Transforaminal ve Kaudal Epidural Enjeksiyonlar ile hastaneye yatış olmadan tedavi edilmektedir. Bu iki tekniğin başarı ve hasta memnuniyet oranı oldukça yüksektir.

 

Omurga Kırık ve Dejeneratif Hastalıklarında Cerrahi Tedavi ve Enstrümantasyon

 

Omurilik ve sinir basısına neden olan bazı omurga kırıkları, omurilik kanal darlıkları (spinal stenoz) ve bel kayması (spondilolistezis) gibi hastalıklar günlük yaşantımızda sıklıkla karşılaşılan ve tedavilerinin genellikle açık cerrahi ile yapıldığı olgulardır. Özellikle spinal stenoz, yürüme güçlüğü ve/veya el, kol ve bacaklarda beceriksizlik ve duyu değişiklikleri ile karakterize oldukça önemli bir hastalıktır. Darlık; boyun, sırt ve bel bölgesinde görülebilir ve buna bağlı şikayet oluşturabilir. Spinal stenozun da dahil olduğu bu olguların bazılarına, sinir yapılarının rahatlatılması (dekompresyon) sonrası omurganın desteklenmesi amacıyla enstrümantasyon da uygulanmaktadır. Enstrümantasyonlu ya da enstrümantasyonsuz tedavi edilen bu olguların ameliyatı sırasında sinir yapılarının güvenliğine yardımcı olan intraoperatif nöromonitorizasyon teknolojisi de kullanılmaktadır. Kliniğimizde yıllık ortalama 140 dejeneratif omurga hastalığı olgusu enstrümantasyon ile tedavi edilmekte olup, bu zorlu vakaların ameliyat sonrası erken dönemden itibaren yürüme güçlüğünün ortadan kalkması ve dolayısıyla hasta memnuniyeti yüz güldürücüdür. Ancak tedavinin uzun dönem başarısı; doktor, hasta ve hasta yakını iş birliğine ve evde bakıma bağlıdır. Bu nedenle her hastada olduğu gibi bu hastaların da yara bakımı ve uzun dönem takipleri polikliniğimizde düzenli olarak yürütülmektedir.

 

Kifoplasti ve Vertebroplasti

Omurga ve omurilik cerrahisi, her tıp alanında olduğu gibi her geçen gün gelişmekte ve güncellenmektedir. Bu sayede, kısa ameliyat süresi ve minimum cerrahi kesi kullanılarak, mümkün olan en az hastanede kalış süresi ile sağlıklarına kavuşmaları amaçlanmaktadır. Bu amaçla son yıllarda minimal invaziv omurga cerrahisi popülerlik kazanmıştır. Kliniğimizde, özellikle başta osteoporotik hastalarda olmak üzere, birçok omurga kırığının tedavisi, birer minimal invaziv omurga cerrahisi tekniği olan Kifoplasti ve Vertebroplasti ile başarıyla yürütülmektedir. Bu cerrahi tekniklerin minimal invaziv doğası ve düşük komplikasyon oranları sayesinde hastalar aynı gün taburcu edilebilmekte ve en kısa sürede normal hayatlarına geri dönebilmektedir. Kliniğimizde son 3 yılda toplamla 150’nin üzerinde Vertebroplasti ve Kifoplasti ameliyatı yapılmış olup bu hastaların büyük çoğunluğu sağlıklarına kavuşarak ameliyattan sonraki 24 saat içinde taburcu edilmiştir.

 

Omurga ve Omurilik Tümörleri Cerrahisi

Hastalarda, omurganın hem kendisinden kaynaklanan (primer omurga tümörleri) hem de metastaz yoluyla gelişen tümörleri ile sık sık karşılaşılabilmektedir. Ayrıca omurga tümörlerinde olduğu gibi özellikle omurilik tümörleri nedeniyle de hastalarda ağrı, yürüme güçlüğü, kol ve bacaklarda duyu değişiklikleri gelişmesi olasıdır. Her geçen gün tedavi modaliteleri güncellenen bu patolojilerin ani omurilik basısı ya da hasarı nedeniyle gelişen; ağrı, kol ve bacaklarda güçsüzlük/uyuşma, idrar ve gayta kaçırma gibi durumlarda cerrahi tedavi hala ön plandadır. Kliniğimizde bu karmaşık ve zorlu hastalıkların cerrahi tedavisi için literatürdeki en güncel skorlama sistemleri ve algoritmalar kullanılarak yılda ortalama 40 omurga ve omurilik tümörlü hastanın cerrahi tedavisi başarıyla uygulanmaktadır. Ayrıca bu ameliyatların daha da güvenilir koşullarda yapılmasını sağlayan intraoperatif nöromonitorizasyon teknolojisi, kliniğimizdeki her omurga ve omurilik tümörü ameliyatında kullanılmaktadır.

 

Omurga Enfeksiyonları Tedavisi

 

Tedaviye dirençli olması ve bu hastaların sahip olduğu sistemik hastalıklar (Kronik Böbrek yetmezliği, Karaciğer hastalıkları ve Diyabet vb.) nedeniyle zorlu tedavi süreci olan omurga enfeksiyonlarının (Spondilit ve Spondilodiskit) tedavisi oldukça zorludur. Ancak bu tip hastalıkların tedavisini multidisipliner bir yaklaşımla kolaylaştırılması mümkündür. Merkezimizde spondilodiskit tedavisi; Enfeksiyon Hastalıkları, Algoloji ve Girişimsel radyoloji bölümlerinin katılımı sayesinde bir takım çalışması şeklinde ve başarıyla yürütülmektedir. Nöroşirürji olarak bu hastaların minimal invaziv cerrahi tekniklerle aynı seansta hem biyopsileri alınmakta hem de sinir yapıların dekompresyonu (rahatlatılması) sağlanmaktadır. Bu sayede hastaların uzun dönem antibiyotik kullanımından ziyade hedefe yönelik antibiyotik kullanması ve erken dönem ağrı tedavisi sağlanması hedeflenmiştir.

 

Spinal Enjeksiyonlar ile Ağrı Tedavisi

 

Bel ve boyun fıtığı, kişinin günlük yaşamını sağlık, ekonomik ve psikolojik yönleriyle etkileyen önemli birer sağlık sorunudur. Poliklinik hizmeti sırasında sıklıkla karşılaştığımız bu olguların cerrahi dışı tedavi yöntemlerinden olan spinal enjeksiyonlar sayesinde, cerrahi gerektirmeyen ya da ileri yaş ve yüksek riskli olguların ağrı tedavisi yapılarak, kişinin kısa zamanda eski yaşantısına kavuşması amaçlanmaktadır. Hasta yatışına gerek olmadan, ameliyathane koşullarında ve günübirlik uygulanan bu tedavi yöntemi; düşük komplikasyon riski ve ağrı tedavisindeki başarısı sayesinde, yüksek hasta memnuniyeti sağlar. İşlem sonrası kısa dönem ev istirahati sonrasında, hastaların birçoğunun şikayetlerinde azalma gözlenmekte, bunun yanında yaşam tarzı değişiklikleri (diyet ile kilo verme, düzenli egzersiz, sağlıklı beslenme) ile hastaların uzun dönemde daha çok fayda gördükleri bilinmektedir. Yani sadece hekimin başarılı ağrı tedavisi girişimi değil, hastaların da üzerine düşen görevler olduğu da unutulmamalıdır.